-
Sezer KOYUN
Tarih: 08-03-2025 13:52:00
Güncelleme: 11-03-2025 00:35:00
Basketbol, futbol ve tenis üzerinden,
küresel stratejiler ve Türk şirketleri
LeBron James yine tarih yazdı.
NBA’in efsane ismi, yalnızca potalara değil;
liderlik ve sürdürülebilir başarı alanına da iz bırakıyor.
Ama; bir dakika, bu sadece basketbol mu?
Yoksa; sahada yaşananlar,
ofislerde ve toplantı odalarında da birebir mi yaşanıyor?
Şirketlerin finansal hamleleri,
yöneticilerin stratejik kararları,
büyük organizasyonların dönüşüm süreçleri;
tıpkı, bir spor müsabakası gibi değil mi?
Basketbol, futbol ve tenis aslında; birer yönetim modeli.
Google ve Amazon’un basketbol takımı gibi çevik hareket etmesi,
Real Madrid’in dev bir şirket gibi marka yönetmesi,
Roger Federer’in girişimci gibi bireysel başarı inşa etmesi…
Peki; Türk şirketleri, hangi oyunu oynuyor?
İş dünyasında başarı için hangi spor dalının kurallarını benimsemeleri gerekiyor?
NBA’in süper yıldızları, anlık kararlarıyla;
şirketlerin, çeviklik anlayışına birebir uyuyor.
Oyunun temposu sürekli değişiyor ve
liderler —tıpkı LeBron gibi—
hem bireysel, hem de takım performansını maksimuma çıkarmak zorunda.
Ancak; Türk şirketleri, hâlâ set hücumu oynama derdinde.
Yani; uzun toplantılar, hantal yapılar, ağır karar süreçleri.
Oysa; modern ekonomi, tıpkı NBA gibi
her an, sürpriz bir hücuma çıkmayı gerektiriyor.
Basketboldan çıkarılması gereken ders, basit:
Rakip sahaya hızlı geç,
pas trafiğini iyi yönet ve
stratejik hamleleri zamanında yap.
Özetle; Türk sanayicileri ve girişimcileri “fast-break” oynamayı öğrenmeli.
Yavaş karar almak, “şut saati” dolmuşken, hâlâ pas vermeye çalışmak demek.
Rakip zaten, çoktan sayıyı yazdı bile.
-----
Futbol ise; bambaşka bir hikâye.
Burası;
CEO’ların teknik direktör olduğu,
finans müdürlerinin savunmayı yönettiği ve
satış ekiplerinin forvet hattına geçtiği, büyük bir sistem.
Büyük futbol kulüpleri,
nasıl ki; uzun vadeli planlarla, ligde kalıcı olmak için altyapıya yatırım yapıyorsa;
büyük şirketler de uzun vadeli sürdürülebilirlik için
krizlere dayanıklı finansal sistemler kurmak zorunda.
Ama; Türk şirketleri, genellikle;
“bu sezon şampiyon olalım da sonrası Allah kerim” modunda.
Tıpkı; transfer sezonunda geleceğini düşünmeden
çılgın harcamalar yapan kulüpler gibi kısa vadeli kazanç uğruna;
uzun vadeli büyüme stratejilerini göz ardı eden, firmalarla dolu piyasa.
Burada olay şu:
Yatırımcıları, “bu sene kârdayız” diye oyalamak için
kısa vadeli kazanç peşinde koşmak,
aslında; defansın bomboş olduğu bir maça çıkmak gibi.
Gol yediğinde kimse şaşırmaz.
Futbolun iş dünyasına en büyük mesajı şu:
''Büyük resme odaklan,
anlık parlamalara değil; uzun soluklu başarıya yatırım yap.''
Real Madrid, sadece bir futbol kulübü değil; bir marka.
Sadece maç kazanmayı değil;
ticari olarak da devasa gelirler üretmeyi hedefliyor.
Türk şirketleri ise; hâlâ, saha içindeki anlık başarılarla yetinme eğiliminde.
Avrupa pazarına çıkıp,
bir - iki büyük anlaşma yapınca; “şampiyonlar ligindeyiz” sanıyorlar.
Oysa; başarı, günü kurtarmak değil;
uzun vadeli, küresel vizyon geliştirmekle mümkün.
Ancak; bir gecede şampiyonluk hedefleyen yönetim anlayışı,
topu ayağında fazla tutup,
pres altında panikleyen orta saha oyuncusuna benziyor:
Sonunda; topu kaptırıyor ve
geriye dönüp bakmaya bile fırsat bulamadan, oyun elinden kaçıyor.
-----
Tenis ise; tamamen bireysel bir oyun,
yani; girişimcilik dünyasının en iyi metaforu.
Burada; takım yok,
koç; kenarda, yalnızca moral verebilir ama;
işi sahada tamamen sen yapmalısın.
Türkiye’de girişimciler de tıpkı tenis oyuncuları gibi
tamamen, kendi iç disiplinleri ve yetenekleriyle hayatta kalmaya çalışıyor.
Ancak, mesele sadece yetenek değil; oyunun mental tarafı da önemli.
Roger Federer bir yatırımcı olsaydı;
sahadaki kararlılığıyla, muhtemelen her riski yönetebilir ve
rakiplerinin açıklarını tespit ederek; oyunu domine ederdi.
Türk start-up ekosisteminde de
başarılı girişimciler, genellikle; kortta yalnız başına savaşıyor.
Çünkü, sistem; çoğu zaman onları desteklemiyor,
finansal kaynaklar yetersiz ve kriz anlarında yalnız kalıyorlar.
Bazen yatırımcılar, yeni girişimcilere;
tıpkı, tenis maçındaki seyirciler gibi davranıyor:
İlk birkaç vuruş iyiyse alkışlıyorlar,
ama; işler terse dönünce, herkes bir anda sessizleşiyor.
Sanki hiç orada olmamışlar gibi.
Ancak tenis, girişimcilere;
risk yönetimini, uzun vadeli düşünmeyi ve kendi kaderini yönetmeyi öğretiyor.
Bir yatırım kararı alırken; tıpkı bir servis atışı gibi
vuruşunun nereye gideceğini önceden planlamak zorundasın.
Türkiye’de start-up dünyasının en büyük sorunu;
ilk birkaç tur yatırım aldıktan sonra vizyonunu kaybedip, aceleci hareket etmek.
Oysa; gerçek şampiyonlar, her vuruşu planlayarak yapar.
Çünkü; ne yaptığını bilen biri için, maçın son seti bile fark etmez;
enerjisini doğru yönetirse, her zaman yeni bir atak yapabilir.
Sonuç olarak;
basketbol hızlı karar almayı,
futbol stratejik uzun vadeli yönetimi,
tenis ise; bireysel dayanıklılığı temsil ediyor.
Türk şirketlerinin, küresel rekabette ayakta kalması için
bu üç spor dalından öğrenecek çok şeyi var.
Bir gün;
LeBron gibi hızlı oynayabilen,
Real Madrid gibi uzun vadeli plan yapabilen ve
Federer gibi risk yönetebilen bir şirket modeli çıkar mı Türkiye’den?
Belki.
Ama önce; oyunu doğru anlamamız gerekiyor.
Yoksa; maç bitmiş, skor tabelası değişmiş, hakem düdüğü çalmış ama;
biz hâlâ, taktik tahtasında yeni şemalar çiziyor oluruz.
- Ekonomide yeni normal: Yüksek faiz, düşük nefes
- Bir varmış, hâlâ var: Enflasyon masalları ve kaçan yatırımlar
- Borsa İstanbul: Tarih tekerrür etmez, aynı grafikle geri döner
- Merkez Bankası'nın döviz müdahalesi
- Bir finans masalı
- Türkiye Ekonomisi’nin kum saati
- Kızlar doları seçti; boşuna TL konuşuyoruz
- Ekonomi düşüşte, Sarkazm zirvede
- Sultan ve Alper ile Türkiye’nin borçlanma hikayesi
- Ekonomik Kaf Dağı: Türkiye’de paranın epik serüveni
- Proje finansmanı
- Huzur enflasyonu: Türkiye ekonomisinin toplumdaki yansıması