Marsbahis
deneme bonusu veren siteler
Holiganbet
1xbet MobilBetturkey GüncelBetist MobilKralbet Güncelsupertotobet bonusTipobet MobilMatadorbet GirişMariobet Güncel GirişBahis.com girişTarafbet Giriş
1xbet supertotobet
hoşgeldin bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler 2025
casibom
jojobet
ankara escort
escort eryaman
Fapjunk.com
alanya escort bayan

içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Spor ve iş dünyası

Basketbol, futbol ve tenis üzerinden,

küresel stratejiler ve Türk şirketleri

 

LeBron James yine tarih yazdı.

NBA’in efsane ismi, yalnızca potalara değil;
liderlik ve sürdürülebilir başarı alanına da iz bırakıyor.

 

Ama; bir dakika, bu sadece basketbol mu?

Yoksa; sahada yaşananlar,

ofislerde ve toplantı odalarında da birebir mi yaşanıyor?

 

Şirketlerin finansal hamleleri,

yöneticilerin stratejik kararları,

büyük organizasyonların dönüşüm süreçleri;

tıpkı, bir spor müsabakası gibi değil mi?

 

Basketbol, futbol ve tenis aslında; birer yönetim modeli.

Google ve Amazon’un basketbol takımı gibi çevik hareket etmesi,

Real Madrid’in dev bir şirket gibi marka yönetmesi,

Roger Federer’in girişimci gibi bireysel başarı inşa etmesi…

 

Peki; Türk şirketleri, hangi oyunu oynuyor?

İş dünyasında başarı için hangi spor dalının kurallarını benimsemeleri gerekiyor?

 

NBA’in süper yıldızları, anlık kararlarıyla;
şirketlerin, çeviklik anlayışına birebir uyuyor.

 

Oyunun temposu sürekli değişiyor ve

liderler —tıpkı LeBron gibi—

hem bireysel, hem de takım performansını maksimuma çıkarmak zorunda.

Ancak; Türk şirketleri, hâlâ set hücumu oynama derdinde.

Yani; uzun toplantılar, hantal yapılar, ağır karar süreçleri.

 

Oysa; modern ekonomi, tıpkı NBA gibi

her an, sürpriz bir hücuma çıkmayı gerektiriyor.

 

Basketboldan çıkarılması gereken ders, basit:

Rakip sahaya hızlı geç,

pas trafiğini iyi yönet ve

stratejik hamleleri zamanında yap.

 

Özetle; Türk sanayicileri ve girişimcileri “fast-break” oynamayı öğrenmeli.

Yavaş karar almak, “şut saati” dolmuşken, hâlâ pas vermeye çalışmak demek.

Rakip zaten, çoktan sayıyı yazdı bile.

 

-----

 

Futbol ise; bambaşka bir hikâye.

Burası;

CEO’ların teknik direktör olduğu,

finans müdürlerinin savunmayı yönettiği ve

satış ekiplerinin forvet hattına geçtiği, büyük bir sistem.

 

Büyük futbol kulüpleri,

nasıl ki; uzun vadeli planlarla, ligde kalıcı olmak için altyapıya yatırım yapıyorsa;
büyük şirketler de uzun vadeli sürdürülebilirlik için

krizlere dayanıklı finansal sistemler kurmak zorunda.

 

Ama; Türk şirketleri, genellikle;
“bu sezon şampiyon olalım da sonrası Allah kerim” modunda.

 

Tıpkı; transfer sezonunda geleceğini düşünmeden

çılgın harcamalar yapan kulüpler gibi kısa vadeli kazanç uğruna;

uzun vadeli büyüme stratejilerini göz ardı eden, firmalarla dolu piyasa.

 

Burada olay şu:

Yatırımcıları, “bu sene kârdayız” diye oyalamak için

kısa vadeli kazanç peşinde koşmak,

aslında; defansın bomboş olduğu bir maça çıkmak gibi.

Gol yediğinde kimse şaşırmaz.

 

Futbolun iş dünyasına en büyük mesajı şu:

''Büyük resme odaklan,

anlık parlamalara değil; uzun soluklu başarıya yatırım yap.''

 

Real Madrid, sadece bir futbol kulübü değil; bir marka.

Sadece maç kazanmayı değil;
ticari olarak da devasa gelirler üretmeyi hedefliyor.

 

Türk şirketleri ise; hâlâ, saha içindeki anlık başarılarla yetinme eğiliminde.

Avrupa pazarına çıkıp,

bir - iki büyük anlaşma yapınca; “şampiyonlar ligindeyiz” sanıyorlar.

 

Oysa; başarı, günü kurtarmak değil;
uzun vadeli, küresel vizyon geliştirmekle mümkün.

 

Ancak; bir gecede şampiyonluk hedefleyen yönetim anlayışı,

topu ayağında fazla tutup,

pres altında panikleyen orta saha oyuncusuna benziyor:

Sonunda; topu kaptırıyor ve

geriye dönüp bakmaya bile fırsat bulamadan, oyun elinden kaçıyor.

 

-----

 

Tenis ise; tamamen bireysel bir oyun,

yani; girişimcilik dünyasının en iyi metaforu.

 

Burada; takım yok,

koç; kenarda, yalnızca moral verebilir ama;
işi sahada tamamen sen yapmalısın.

 

Türkiye’de girişimciler de tıpkı tenis oyuncuları gibi

tamamen, kendi iç disiplinleri ve yetenekleriyle hayatta kalmaya çalışıyor.

Ancak, mesele sadece yetenek değil; oyunun mental tarafı da önemli.

 

Roger Federer bir yatırımcı olsaydı;
sahadaki kararlılığıyla, muhtemelen her riski yönetebilir ve

rakiplerinin açıklarını tespit ederek; oyunu domine ederdi.

 

Türk start-up ekosisteminde de

başarılı girişimciler, genellikle; kortta yalnız başına savaşıyor.

Çünkü, sistem; çoğu zaman onları desteklemiyor,
finansal kaynaklar yetersiz ve kriz anlarında yalnız kalıyorlar.

 

Bazen yatırımcılar, yeni girişimcilere;
tıpkı, tenis maçındaki seyirciler gibi davranıyor:

İlk birkaç vuruş iyiyse alkışlıyorlar,

ama; işler terse dönünce, herkes bir anda sessizleşiyor.

Sanki hiç orada olmamışlar gibi.

 

Ancak tenis, girişimcilere;

risk yönetimini, uzun vadeli düşünmeyi ve kendi kaderini yönetmeyi öğretiyor.

 

Bir yatırım kararı alırken; tıpkı bir servis atışı gibi

vuruşunun nereye gideceğini önceden planlamak zorundasın.

 

Türkiye’de start-up dünyasının en büyük sorunu;
ilk birkaç tur yatırım aldıktan sonra vizyonunu kaybedip, aceleci hareket etmek.

Oysa; gerçek şampiyonlar, her vuruşu planlayarak yapar.

Çünkü; ne yaptığını bilen biri için, maçın son seti bile fark etmez;

enerjisini doğru yönetirse, her zaman yeni bir atak yapabilir.

 

Sonuç olarak;

basketbol hızlı karar almayı,

futbol stratejik uzun vadeli yönetimi,

tenis ise; bireysel dayanıklılığı temsil ediyor.

 

Türk şirketlerinin, küresel rekabette ayakta kalması için

bu üç spor dalından öğrenecek çok şeyi var.

 

Bir gün;
LeBron gibi hızlı oynayabilen,

Real Madrid gibi uzun vadeli plan yapabilen ve

Federer gibi risk yönetebilen bir şirket modeli çıkar mı Türkiye’den?

Belki.

Ama önce; oyunu doğru anlamamız gerekiyor.

Yoksa; maç bitmiş, skor tabelası değişmiş, hakem düdüğü çalmış ama;
biz hâlâ, taktik tahtasında yeni şemalar çiziyor oluruz.

 

 

 

sezerkoyun@cratone.com

 

 

Bu yazı 1159 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum