-
Sezer KOYUN
Tarih: 09-02-2025 17:00:00
Güncelleme: 14-02-2025 01:23:00
İlişkiler ve güvensizlik çıkmazı
Türkiye ekonomisi, uzun zamandır ciddi bir hasta.
Hafif bir grip değil; kemoterapi gerektiren ileri seviye bir vaka.
Ekonomistler; teşhis koymaya, reçeteler yazmaya çalışıyor,
ancak; her yeni tedavi girişimi,
hastalığı biraz daha karmaşık hale getiriyor.
Hükümet yetkilileri "sabredin" diyor, sabrediyoruz.
Ama; piyasalar sabır süremizi pek umursamıyor.
Cebimizdeki para bir gün durduğu yerde buhar oluyor,
alım gücü adım adım çöküyor,
enflasyon yeni rekorlar kırarken; biz de gülerek alışmaya çalışıyoruz.
Çünkü; ekonomi artık sadece sayılarla açıklanan bir şey değil.
Bir ülkenin en büyük ekonomik göstergesi,
vatandaşlarının yarına duyduğu güvendir.
Ve işte burada, en büyük kaybı yaşıyoruz.
Ekonomik belirsizlik, insanlara yalnızca alım gücünü değil;
hayata dair, huzur duygusunu da kaybettiriyor.
İlişkiler de bu modelden pek farklı değil.
Eskiden "sevmek" uzun vadeli, garantili bir yatırım modeliydi.
Şimdi?
Risk büyük, getiri belirsiz.
İnsanlar güvenli liman arıyor, çünkü;
Türkiye’de ekonomik istikrar yok,
en azından hayatlarının bir köşesinde huzur olsun istiyorlar.
Ama; güven dediğimiz şey, piyasa değeri olan bir varlık gibi; dalgalanıyor.
— “Sana güvenebilir miyim?”
— “Merkez Bankası faizi sabit tutacak mı?”
— “Ne alakası var?”
— “İkisi de belirsiz işte.”
Bugün bir insan;
sevdiği kişinin yanında huzur bulamıyorsa,
güven hissedemiyorsa,
birlikte yaşlanma hayali bile kuramıyorsa,
onun için kur riskinin ya da faiz oranlarının ne olduğu gerçekten önemli mi?
Ekonomik çöküşlerin en ağır etkisi, yalnızca fakirleşmek değil;
insanların geleceğe dair, aidiyet hissini kaybetmesidir.
Eskiden, bir ilişki başladığında;
insanlar birbirlerine hesapsızca yaklaşır,
iletişime özen gösterip sürece bırakırlardı.
Şimdi ise; "Bu ilişkiye zaman ayırmalı mıyız?" diye düşünüyoruz.
Çünkü; artık sevmek tek başına yetmiyor.
İnsanlar gerçekten sevmek, bağ kurmak ve emek vermek yerine;
minimum çabayla maksimum kazanç elde etmeye çalışıyor.
Karşılıklı ilgi göstermek, zaman ayırmak, değer vermek yerine, yazık ki;
"Bu iş bana ne kazandırır?" hesapları yapılıyor.
Ekonomide de durum farklı değil.
Bazı kesimler sadece; kazanmanın, tüketmenin,
tüketildikçe değer görmenin peşinde.
Birileri hep alıcı, diğerleri satıcı gibi davranıyor.
Oysa; gerçek ekonomi de, gerçek ilişkiler de
ancak; karşılıklı emek verildiğinde sağlıklı olabilir.
Ama; bugün ne ekonomide, ne de insan ilişkilerinde
vermek, üretmek, çaba göstermek cazip bir seçenek değil.
Herkes; hızlı kazanmak, minimum eforla maksimum sonuç almak, istiyor.
Ama; tüm bunlar olurken, ekonomi yönetenler ne yapıyor?
Sürekli; “daha fazla üretim”, “daha fazla yatırım”, “istikrar için sabır” diyorlar.
Tamam da; ekonomiyi yönetenlerin aklında,
sadece büyüme rakamları, rezervler, bütçe açıkları var.
Peki, toplumun içinde yaşadığı güvensizlik hissi?
İnsanların; ekonomik geleceğini belirsiz görmesi, plan yapamaması,
“yarın ne olacak?” diye sürekli tetikte yaşaması, bir gösterge olarak nerede yazıyor?
Türkiye’de ekonomik huzursuzluk, sadece çarşıda pazarda değil;
evde, sokakta, kafede, işyerinde, ilişkilerde kendini hissettiriyor.
İnsanlar artık;
ne çalıştıkları yerin güvenli olduğundan emin,
ne yaşadıkları evin kirasının altı ay sonra ödenebilir olacağından.
Herkes, bir şekilde günü kurtarma çabasında ama;
uzun vadeli plan yapmaya cesareti yok.
Çünkü herkes biliyor ki;
ekonomiyi yönetenler "istikrar geliyor" dediğinde,
istikrar değil; bir sonraki kriz geliyor.
İşin en ironik tarafı ise şu:
İnsanlar artık;
sevmekle meşgul olacaklarına, kriz yönetmekle uğraşıyor.
Biriyle ilişkiye başlamak,
dolar kuruna yatırım yapmaktan daha riskli hale gelmiş durumda.
Önceden insanlar birlikte bir gelecek kurmayı hayal ederdi,
şimdi ise; "Bu insan bana gerçekten zaman ayırır mı?" sorusu,
daha önemli hale geldi.
Çünkü; artık, ilişkilerde asıl eksiklik, para değil; ilgi, samimiyet ve güven.
Ama; bize hep "Büyük resme bakın" diyorlar.
Büyük resme bakınca ne görüyoruz?
Birbirine güvenmeyen insanlar,
kısa vadeli kazançlar peşinde koşan bir ekonomi,
herkesin almak istediği ama kimsenin vermek istemediği ilişkiler.
Hayat, bir yatırım aracı gibi görülüyor.
İnsanlar birbirini inceliyor, piyasaya uygun olup olmadığını tartıyor.
O yüzden; artık "Uzun vadede düzelecek" masalını geçelim.
Biz uzun vadede değil, şimdi insanca yaşamak istiyoruz.
Gelecek için sürekli "sabır" dileyerek, bugünü harcamak istemiyoruz.
Ekonomide, ilişkilerde, toplumda, her şeyde en büyük kayıp; güven oldu.
Ve biz;
en az para kadar,
en az büyüme rakamları kadar,
en az ihracat kadar; güvene ihtiyacımız olduğunu biliyoruz.
Bu ülkede, insan gibi yaşamak istiyoruz.
Kadın olmak, erkek olmak,
"güçlü" olmak, "başarılı" olmak,
rolleri hesaplamak istemiyoruz.
Sadece; insan olmak ve bunun yeterli olduğunu hissetmek istiyoruz.
Ama; ekonomiyi yönetenler, toplumu bir grafik gibi görmekten vazgeçip;
insanların gerçekten neye ihtiyacı olduğunu anlamadıkça,
bu huzursuzluk sürecek.
Peki, çözüm nedir?
Herkes insan gibi yaşasa,
herkes rolünü hakkıyla oynasa,
kimse geleceğini belirsizlik içinde bırakmasa,
bu ülkede ne kriz kalır ne de güvensizlik.
Ama; anlaşılan, ekonomi politikalarının temelinde insan değil,
sadece; rakamlar olduğu sürece, bu bir hayal olarak kalacak.
Biz yine günü kurtarmaya,
her yeni zamda "olsun, alıştık" demeye devam edeceğiz.
Çünkü; enflasyon düştüğünde bile, kaybettiğimiz huzuru kimse geri getiremeyecek.
Ve Keynes’in "Uzun vadede hepimiz ölüyüz" cümlesine, kısa bir ek yapıyorum:
“Hepimiz öleceğiz evet ama bazıları hiç yaşamamış olacak!”
Bıraksınlar da insan gibi yaşamayı seçelim.
- “Doğalgaza yine zam! Ne oldu yahu?”
- Zaman kayıplı ihracat
- Petrol, barut ve dollar
- Ekonomi bizi yenecek mi?
- Ekonomiyi kenardan izlemek yasak
- Ortadoğu kızışırken, cüzdanımız soğumaya başladı
- Kurda 40 eşiği: TL’nin bu sprintinin sorumlusu kim?
- Ev mi, araba mı?
- Zeminde değilse…
- Ekonomide yeni normal: Yüksek faiz, düşük nefes
- Bir varmış, hâlâ var: Enflasyon masalları ve kaçan yatırımlar
- Borsa İstanbul: Tarih tekerrür etmez, aynı grafikle geri döner