gaziantep escort

içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Aşı karşıtı olmanın nedenleri ve tarihi

Yaklaşık 2 yıldır yeryüzünün yaşadığı bir gerçek var. Covid-19 Pandemisi.

 

Tüm insanlık için yaklaşık 100 yıl sonra tekrar yaşanan bir deneyim.

En son 1918-1920 arası yaşanan İspanyol Gribi Pandemisi’ni bilen,

yaşayan hiçbir insan artık yaşamıyor. 

Tecrübelerini bize aktaramıyor.

 

Ortak bilinç ve ortak bilgi ise;

teknolojinin ilerlemesi ve insanın odaklanması gereken çok fazla alan olduğu için artık çalışmıyor.

 

Pandeminin tüm insanlık için büyük bir tehlike olduğunun farkında olan da var.

Yaşananların bir oyun ya da virüsü özellikle yayanların gizli bir ajandası olduğunu düşünen de.

 

Pandeminin gerçek olmadığını ya da çıkaranların farklı bir amacı olduğunu düşünenler

2020 yılının Kasım ayında ilk aşıların uygulanmaya başlaması ile

hızla ‘aşı karşıtı olma’ haline evrildiler.

 

Aşı karşıtlığı kavramı insanlığın yabancı olduğu bir kavram değil.

Kökeni 11-12.YY’lara dek iniyor.

Çiçek hastalığının aşısı ya da öncesindeki ‘bağışıklık edinme’ yöntemleri

dünyada bir ilk olduğu için, aşı karşıtlarının da görünmeye başladıkları ilk hastalık Çiçek.

 

11.YY’da ilk kez Çinliler;

küçük yaşlardaki çocukların çiçek olup,

bu hastalıktan ölmediklerinin farkına vardılar.

 

Çiçek hastalığına yakalanan çocuklardan aldıkları deri örneklerini

hasta olmamış çocukların burunlarına sürterek onların bağışık olmalarını sağladılar.

 

Yöntem çok eski idi.

Hatta antik bir tradisyondu.

Orta ve İç Asya Türkleri de bu yöntemi çok iyi biliyorlardı. 

 

İşte bu bağışıklık yöntemi kalabalık nüfusu olan Çin’in her yerinde uygulandı,

devamında İpek Yolu ile de Anadolu’ya dek ulaştı.

Osmanlılar bu yöntemi çok geliştirdiler.

Tüm topraklarında uyguladılar.

Hatta 1.Ahmet’in 1600’lerin başında Kösem Sultan ve bir şifacı vasıtası ile

bu yöntem kullanılarak iyileştirildiği bilinir.

 

Söz konusu bağışıklık yönteminin Avrupa’da bilinir olması Lale Devri’ne rastlar.

Lady Mary Montagu İstanbul’da gördüğü yöntemi küçük oğluna da uygulatır. 

İngiltere’ye döndüğünde oradaki hekimlere anlatır ve

yöntem Avrupa’da ilk olarak Britanya’da bilinir hale gelir.

 

Ancak bu uygulama ve tedavi yöntemi karşısında aşırı dindarlar ve Kilise rahatsız olur.

Onlara göre; çiçek ve benzeri hastalıklar insanları sınava tabi tutmak için

Tanrı tarafından özellikle gönderilmektedir.

 

Tedavi ve aşı gibi yolları denemek ise; Tanrı’nın iradesine meydan okumaktır.

Tanrı’ya karşı çıkmaktır.

Böylelikle Kilise ve yandaşları çiçek hastalığı bağışıklandırma yöntemini kullananlara

ciddi savaş açarlar.

 

Yöntemi kullananlar günah işlemekte,

Tanrı’ya karşı çıkmakta ve Şeytan ile iş birliği yapmaktadırlar.

Böyle düşünenler tekniğin yayılmaması için de çok uğraşırlar, ancak başarılı olamazlar.

 

Nitekim; 1798’de çiçek aşısı uygulanmaya başlanır.

Çok da başarılı olur.

Bu sayede tüm dünyada bir çok insanın hayatı kurtulur.

Ancak Kilise ve tedavi karşıtları da boş durmaz.

 

Bu kez Tanrı’nın iradesine karşı çıkma ve günah söylemlerini değiştirip;

aşı ile ilgili karalama kampanyaları başlatırlar.

En önemli argümanları da çiçek aşısını olanların zamanla ineğe dönüşeceği,

kadınların ineklere, erkeklerin ise boğalara ilgi duymaya başlayacaklarıdır.

 

Yani bu aşı hesapta insanların cinsel kimliklerini de etkiliyordu.

Bu inek söylemlerinin kökenini ise aşının inek, sığır, boğa gibi hayvanlarda görülen

‘İnek Çiçeği’ isimli türünden geliştirilmiş olmasıydı.

 

Bugünkü Covid-19 aşıları için söylenen pek çok yakıştırmadan biri olan

‘eşcinsel yapabilir’ çıkarımının kökeni de bu 220 yıllık söyleme dayanıyor.

Bu inekleşme yakıştırması da tutmayınca,

aşı karşıtları bu kez çiçek hastalığını önemsiz bir hastalık gibi göstermeye çalıştılar.

 

Öldürmediğini, ancak aşı olunursa ölüneceği fikrini savundular.

Dini inançlarına körü körüne bağlı bazı tıp insanları da bu yönde makaleler yazıp,

bu yeni teknikleri şiddetle ret ettiler.

 

Tıpkı bugün Covid-19’u küçümseyenler ya da kabul etmeyenler gibi…

 

Karikatür-ABD

 

1853’te ise; dünyada bir ilk yaşandı ve Britanya aşıyı zorunlu hale getirdi.

Her doğan çocuğa 4 aylıkken bu aşı yapılacak, yaptırmayan aile cezalandırılacaktı.

 

Bu sayede milyonlarca çocuğun hayatı kurtuldu.

Ancak bu zorunluluk aşı karşıtlarını hepten çileden çıkarmıştı.

Hızla organize olup, kurumsallaşmaya ve ilaç firmalarının tuzağına düşmeye başladılar.

 

Para ile satın aldıkları doktorlara güya bilimselmiş gibi makaleler yazdırmaya başladılar.

20 YY başında yine taktik değiştirip bu kez

‘İnsan hakları’, ‘benim bedenim,kimse dokunamaz’ gibi yaklaşımlarla kitleleri etkilediler.

Oysa ki bir insanın özgürlüğünün başladığı yerde, diğerinin özgürlüğü bitiyordu.

Anlamak istemedikleri tam da bu noktaydı.

Tıpkı bugün olduğu gibi.

 

Aşı karşıtlarının etkisi ile 1930’lu yıllarda,

başta ABD olmak üzere pek çok ülkede zorunlu aşı uygulamaları kaldırıldı.

Bedeli de çok ağır oldu.

 

Salgınlar yeniden hortladı ve yüzbinlerce insan/çocuk sırf aşı olmadıkları için öldü.

Sonuçta aşı karşıtları da büyük darbe aldı.

 

1940’lı yıllar itibariyle zorunlu aşı dönemi yeniden başladı.

1950’li yıllarda geliştirilen karma aşılar; karşıtları yeniden harekete geçirdi.

1960-70’li yıllarda çocuklarda zeka geriliği yapar düşüncesini yaymaya çalıştılar.

Tabi yine olan o masum çocuklara oldu.

Aileleri aşı karşıtı olduğu için binlerce çocuk öldü ve ölüyor.

 

Bu tarihsel sürecin ardından 2000’li yıllara gelindiğinde,

artık söylemleri için anti-emperyalist bir dil kullanmaya başladılar.

Her aşıya karşı çıktılar.

Onları kitleler halinde harekete geçiren de ilaç tröstleri idi.

Çünkü kesin çözüm aşılar; ilaç firmalarının işine gelmiyordu.

 

Bugün de Covid-19 pandemisi ile ilgili dünyada aşı karşıtlığı adına sahnelenen durum,

aslında hiç de farklı değil. 

 

Sahnenin geri planında kitleleri aşı karşıtı olmaya yönlendirmek için

her türlü mecra kullanılıyor.

 

İnsanlar aşı olmasın diye özellikle çaba sarf ediliyor.

Ve ne yazık ki son aylarda aşı olmayanlar ölüyor.

 

Yüzyıllardır dünyada devam eden bu aşı karşıtlığı takıntısının ve nefretinin

nedeni bilinmiyor.

 

Bu yüzden de sebebinin ciddi olarak araştırılması gerekiyor.

Belli ki bitmek bilmeyen bu kavga,

önümüzdeki yıllarda ve başka hastalık ya da pandemilerde de devam edecek ve

ne yazık ki; söylemlere kanıp, bilime sırtını dönen insanlar ölecek…

 

Tıpkı bugün olduğu gibi…

 

yalamanyelda@hotmail.com

Bu yazı 5331 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum